14 Mayıs 2023 seçimleri halkımızın 'a yaklaşan katılımıyla bir büyük demokrasi hareketi oldu. Sonuçtan hiçkimse memnun olmadı ve halkımızın iki topluma bölündüğünü ve neredeyse beyin loblarının birbirlerinin varlığından haberi olmadan yaşadığı “ayrık beyin sendromu”ndan muzdarip bir topluma dönüştüğümüzü gördük. Seçimin ertesi günü mutsuzluktan ömürlerinden yiyen cumhuriyetçi amcalara da, köylerde RTE’ye destek için koştur koştur gelen tombul köylü teyzelere de selam olsun. Birbirinizin düşmanı olmadığınızı anladığınız gün (umarım çok geç olmaz) herşey daha güzel olacak.

14 Mayıs günü milletvekili seçimleri kesinleşti; cumhurbaşkanlığı seçimleri ise 15 gün sonraki ikinci raunda kaldı.
Seçim üzerine sürekli televizyonlarda yapılan uzman yorumlarının yine ciddi oranda yanılttığını gördük. Aslında tüm dünyada temsili demokrasiler kitle güdümlemesi (manipülasyonu) aşamasındalar. Ancak bizimkinin ileri demokrasilerden farkları var. İletişimin bu kadar kontrollü (!) olduğu bir ülkede serbest iletişim varsayımı ile yapılan kamuoyu yoklamaları elbette ki doğru olamaz. İkinci olarak da, bizimkiler seçim sonuçları konusunda yanıldıktan  (ya da yanılttıktan) sonra, seçim sonuçları alınır alınmaz, hiçbir özeleştiri yapmadan bu sefer seçmen şu mesajı verdi, bunu istedi, vs diye yanıltmaya devam ediyorlar. Bu sefer de, seçmenin milliyetçi duyarlılığının arttığına karar verdiler. Niye acaba? Bunun dikkatleri ekonomiden ve başka sorunlardan kaçırmak için bir operasyon olduğu açık değil mi? Düşünmekten vazgeçmemek gerek ve eğer vazgeçersek güvenebileceğimiz bir kişi/kurum vs yok. Bu konuda elimden geleni sizinle paylaşayım.
1)    Katılım oranı % 88,84 olarak gerçekleşti ve Türkiye seçimlerinin giderek daha yüksek katılım oranları göstermesi eğilimini destekledi. Yüksek katılım oranı, genel olarak daha sağlıklı bir demokrasiye işaret etse de, Türkiye’deki bu yüksek oranların daha iyi bir demokrasi anlamına geldiği iddiası yanlıştır. Bu yüksek katılım bir tarafın inanılmaz bir ‘örgütlülüğü’ ile gerçekleşti. Sandık kurulları, olması gerektiği gibi son genel seçimlerde en çok oy alan beş siyasi partinin temsilcilerinden değil, o beldenin/ köyün AKP’li temsilcilerinden oluşturuldu. Kırsal kesimler başta olmak üzere her yerde parti görevlileri bölgedeki ‘herkesin’ (yani AKP’lilerin) oy kullanmasını sağladılar. Birçok durumda oy kabinine girenler çektikleri oyların görüntülerini çektiler ve sonra da bu görüntüleri parti görevlilerine, yoksulluk yardımı yapan kurumlara ve ailelerine gösterdiler. Bir çok durumda özürlü yurttaşların tanıdıkları, akrabaları vs de oy kullanmayı kişisel bir karar olmaktan çıkardı. Dolayısıyla, eğitim ve zenginlik farklarına önem vermeden herkesin tek oy vermesi ilkesi, bu önlemlerle bazılarının daha çok oy verdiği bozuk bir sisteme dönüştü. Bütün seçim binalarında ve hatta seçim sandıklarının bulunduğu odalarda sandık kurullarının yanısıra AKP’nin bölge sorumluları da bulunuyordu. Seçmenlerin telefonları ile kabine girmelerinin önünde neredeyse hiçbir engel yoktu ve parmak boyası kaldırıldıktan sonra getirilen önlemlerin hiçbirisi parmak boyasının yerini tutacak durumda değildi.
2)    Seçimler öncesinde Cumhurbaşkanı trileçe kaymaklı yönetim sistemine devam etti, yani hem devletin başkanı olarak saygı görmeye, hem yürütmenin başkanı olarak bütün egemenliği kullanmaya, hem de AKP’nin başkanı olarak bütün rakipleri ile şiddetle mücadele etmeye çalıştı. Hiçbir tartışma programına çıkmama adetini devam ettirdi ve ancak gazeteciliği tartışmalı kişilerin karşısında önceden alınmış sorulara yanıtlar verdi. Futbolcu iken de tek kale maçlar mı severdi acaba?  Adalet, İçişleri ve Ulaştırma bakanları son ana kadar görevlerinin başında kaldılar ve partizan yönetimlerine devam ettiler. Devlet medyası TRT eski Türkiye’de bir şekilde uygulanan hakkaniyet ilkelerini çiğnedi. Medyanın AKP kontrolünde olan çok büyük bir bölümü tek taraflı provokatif yayınlar yaptılar. Muhalif medya meselesine şimdilik hiç girmeyelim. Türkiye demokrasi liginde daha alt kümelere doğru geriledi.
3)    Lideri eskisine göre daha fazla kayrılmaya ihtiyaç duysa da, yaşlansa ve sağlık sorunları artık saklanabilir olmaktan çıksa da, AKP iskeletinin hala işlediği ortaya çıktı. Köylere kadar uzanan (hatta köylerde ve şehirlerin periferilerinde belki de daha da örgütlü olan) bir menfaat ağı olmadan böyle sonuçlar alınamazdı. Bu kişiler on yıl sonra tek kişi tarafından yanıltıldık derlerse kimse inanmasın.
4)    CHP ve Kılıçdaroğlu seçim yenilgileri silsilesine bir yenisini ekledi ve dokuzuncu seçim yenilgisini aldığı seçimin ertesi günü ikinci raund için ümitli olduğunu ve “ayağa kalkıp hep birlikte bu seçimi alacaklarını” ilan etti. AKP’nin “soldan değil, sağdan” yenileceği taktiği yine tutmadı. CHP strateji düzeyine çıkardıkları bu taktiği kimin öğrettiğine bir bakıverse iyi olacak.
5)    Yine de Kılıçdaroğlu’nun performansı ancak başarıyı yüzde elli artı bir olarak tanımlayan, deli gömleği giydirilmiş yeni başkanlık sisteminin kuralları ile değerlendirilince ‘başarısız’ görülebilir. Hem AKP’ye, hem de CHP içindeki örgütlü güçlere rağmen alınan bu sonuç başarıdır. Ancak, seçimin ertesi günü Onursal Adıgüzel’in görevine son verilmesinde görüldüğü gibi, içerideki pek çok kişi KK aleyhinde de çalışıyor ve çalışacak.
6)     İyi parti lideri Akşener’i masadan kaldırmak ve sonrasında tekrar onu aralarına almak, “muhalif medyanın” parlattığı gibi büyük bir başarı olmadı. MHP’nin ve Sinan Oğan’ın artan oylarında, eğer herkesin duyduğu şaiyalar doğru değilse, yani YSP oyları kitle halinde MHP’ye vs kaydırılmadıysa, bu iki günlük cinnete tepki duyan seçmenlerin protestosu vardı.
7)    Akşener’in “abidik gubidik” işler diyerek küçümsediği Ali Babacan ve altılı masanın diğer üyeleri çok sayıda milletvekilliği kazandılar. CHP kazandığı 169 milletvekilinin 15’ini DEVA’ya, 10’unu Gelecek Partisine, 9’unu Saadet Partisine ve 3’ünü de Demokrat partiye verdi. Yani CHP 37 milletvekilini, yani milletvekillerinin "’sini, oy oranları yüzde ikiyi geçmeyen partilere verdi. Ayrıca Mustafa Sarıgül bir milletvekilliği aldı ve İyi Parti’den Ahmet Ersagun Yücel de CHP listesinden seçildi.
8)    Aynı şekilde AKP listelerinden Hüdapar’a 4 ve DSP’ye 1 milletvekili verildi. Yorumsuz!
9)    MHP bir kısım İyi Parti oylarının yanısıra, AKP’den kaçan oyları da toparlama taktiğini iyi kullandı. AKP-MHP koalisyonunun asıl hareket ettiricisinin MHP olduğu açık.
10)    AKP 35% oyla, 48% milletvekili çıkardı. Yani milli idarede 13% bir ek kazanç elde etti. Aynı şekilde CHP de aldığı oya (25%) kıyasla daha fazla temsil (30%) elde etti. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi, bu milletvekillerini altılı masa ortakları ile paylaşınca elinde ancak 23% milletvekili kaldı. Yani CHP aldığından daha fazla temsil edilmeyi kendi elleriyle reddetti.
11)    TİP’in de HDP’ye karşı kendi bağımsızlığını koruması stratejisi çok olumlu sonuçlar getirmedi. Ancak buradaki sorumluluk TİP’in yanısıra HDP’ye de düşer. Yine de TİP milletvekili sayısını dörde çıkardı ve 900 bin oy alarak (%1.72) başarılı bir çizgi yakaladı.
12)    CHP’nin “300 milyar dolar buldum getireceğim” tezi başarısız oldu. CHP bu parlak projeyi ve sloganı bulan kişileri ne yapacak acaba? Bu arada Kemal Derviş’in erken vefatı için milletimize ve CHP’deki destekçilerine başsağlığı dileyelim.
13)    14 Mayıs seçimleri CHP liderliğinde defacto bir Türk-Kürt koalisyonu kurdu ama her iki taraf da böyle bir koalisyona henüz hazır değil. Selahattin Demirtaş içeride kalmaya devam ediyor. Toprak ağalarının ve kara paracıların koalisyonu zaten varken, emekçilerin bir koalisyonuna ne gerek var?  
Çözüm önerilerimiz de olacak, ancak bunun için 29 Mayıs gününü bekleyelim. O zamana kadar herkesin yolu açık olsun!

Saygılarımla!

 

Yorum yapmak için oturum açın