ÇİN ÖRNEĞİNİN ÖĞRETTİKLERİ
Bu yazıda Çin’in kalkınmasında 1990’larda önemli olan gelişmelere değinilecek, neden Türkiye’ye örnek olamayacağı açıklanmaya çalışılacaktır.
Çin’in kalkınmasında en önemli faktör, devlet otoritesinin kurumsallaşması ve düzenli bir kurumsallaşmayı sağlamasıdır. Hatırlanacağı üzere SSCB çözüldükten sonra, Rusya’ya yatırım için Batılı devletler Rusya’da düzenin sağlanmasını beklemişler, Batılı şirketler düzen sağlanmadan Rusya’ya yatırım yapmamışlardır. Çünkü piyasa denilen kurum, işlerliğini sağlayabilmek için devlet gibi bir “gece bekçisine” ihtiyaç duymaktadır. Bu yüzden Çin’in kalkınmasında, ÇKP’nin küçümsenmeyecek etkisi vardır.
Bir diğer etken Çin’de emeğin ücretinin düşük olmasıdır. Uluslararası alım gücü paritesine göre hesaplansa da Çin’de ücretler düşük, gelişmiş olan ülkelerin firmaları için cezbeden ölçülerdeydi. Ayrıca bu ücretler 1990larda gelişmekte olan ülkelerden de düşüktü. Yani Çin ucuz emeği ile rekabet edebilecek durumdaydı.
Ayrıca Çin, Güney kıyılarını yabancı firmaların fabrikalarına açmış, serbest bölge niteliğinde yerler oluşturmuştur. Yani ülkenin hepsi piyasa şartlarında ekonomik bir dönüşüm gerçekleştirmemiştir.
Çin’in Japonya, Güney Kore ve Tayvan’a yakın olması, onun için fırsatlar yaratmıştır. Çin, bu ülkelerle manüfaktürel küreselleşmeyi gerçekleştirebileceği üretim ağları oluşturmuştur. Yani Çin, küresel dünyada meta zincirlerinin (commodity chain veya value-chain) dışında kalmamıştır.
Çin, ABD servis sektörüne yönelirken, ABD’nin sanayi üretimini ülkesine çekmeyi başarmıştır. Doğrudan yabancı yatırım olarak adlandırılan bu süreç, 1990lı yıllarda hızlanarak sürmüştür. Alttaki tabloda Çin’e 1984 ve 1999 yılları arası yapılan doğrudan yabancı yatırımların istatistiği ve Gayri Safi Yurt İçi Hasıla büyüme oranları verilmiştir.
1984-90 arası son derece orta düzeyde DYY çekerken, Çin, 1990 başı itibariyle DYY artışı göstermiştir. 1990lar ortalamsı 28,3 milyar ABD doları olan bu yatırımların GSYİH yüzdesi 4,4’tür. 1990 yılları boyunca gelişmekte olan ülkelere yapılan DYY’nin yüzde 24,8’i Çin’e yapılmıştır.
Tablo: Doğrudan Yabancı Yatırım ve GSYİH (Çin - 1984-1999) |
|||||||
1984-89 |
1990lar |
1990-94 |
1995-99 |
||||
(dönem ortalamaları) |
|||||||
DYY |
|||||||
Milyar ABD doları |
2,30 |
28,30 |
16,10 |
40,60 |
|||
GSYİH yüzdesi |
0,70 |
4,40 |
3,70 |
4,70 |
|||
Gelişmekte olan ülkelere |
|||||||
yapılan DYY yüzdesi |
12,70 |
24,30 |
27,10 |
23,30 |
|||
Yıllık GSYİH büyümesi |
9,70 |
10,10 |
12,20 |
8,30 |
|||
Kaynak: Tseng, Wanda ve Harm Zebregs (2002) "Foreign Direct Investment in China: |
|||||||
Some Lessons For Other Countries," IMF Policy Discussion Paper, PDP/02/03, s.3. |
Bu koşullar altında Çin, 1990 yılları boyunca yüzde 10,1 büyüme oranına ulaşmıştır. Bu büyüme oranı 1990’ların ilk yarısı itibariyle daha yüksektir. Zaten Çin, 1984-89 arası da yüzde 9,7 büyüme oranını tutturmuştu.
Böylece Çin, ekonomik olarak ABD’ye rakip konumuna doğru yükselme göstermiştir. ABD, Çin’in bu yükselişinden rahatsız olmaktadır. Bu yüzden Çin’de bulunan fabrikalarını Batı’ya kaydırmayı düşünmektedir. Ancak bu kaydırma işi çok maliyetlidir. Ve Çin’in sağladığı imkanları ABD firmaları Batı’da bulamayacaktır. ABD, ayrıca diğer Batı ülkelerini fabrikalarını Çin’den kendi ülkelerine kaydırmaları konusunda baskı yapmaktadır. Artık bu imalat ve sanayi fabrikalarını kaydırma sorunu, stratejik bir soruna dönüşmüş durumdadır.
Çin yakaladığı ivme sonucu, ülkesinin ulaşım ağını geliştirmeye çalışmaktadır. Bir yandan Ortadoğu ile ekonomik ilişkilerini artırırken, diğer yandan Afrika’ya açılmaktadır. Zaten Rusya Federasyonu ülkeleri ile Şangay İşbirliği Örgütü çevresinde iyi ilişkilere sahiptir.
Buradan gelelim Türkiye örneğine:
Türkiye, kuruluşundan bu yana uzun bir dönem, ithal ikameci sanayi politikası uygulamıştır. 1980 neo-liberal politikalarla (24 Ocak Kararları), ihracata yönelik kalkınma modeline girmiştir. Çin’in de bu modelle kalkınma hamlesi yaptığı söylenebilir. Ancak ÇKP denetiminde Çin, otoriter bir yapıya sahiptir. Türkiye’deki işçi sınıfının bilinç düzeyi ile Çin’deki imkanlar kıyaslanamaz. Türkiye’de işçi sınıfının belirli kazanımları vardır. Ve bu kazanımlar bir anda bertaraf edilemez. Bu yüzden Türkiye’de, Çin düzeyinde düşük ücret politikası uygulanamaz.
Türkiye’de yeni düzen rekabetçi otoriter düzen olarak adlandırılsa da, politik kazanımlar hala Türkiye’de, Çin düzeyinde otoriter bir yapı uygulanmasına izin vermemektedir. İlerde ne olacağını tartışmıyorum; ancak gelinen ve içinde bulunduğumuz durum bize bunu göstermektedir. Türkiye’de hala iktidarın seçimle değiştirilebileceğine dair umutlar sönmemiştir. Buna rağmen, Çin’de ÇKP tek partidir.
Bunlar Çin ile Türkiye’yi siyasi olarak karşılaştırabileceğimiz konulardır.
Diğer yandan, Çin toplumunun ahlaki yapısı ve Türk toplumunun ahlaki yapısı veya ülkelerin kurumsal özelliklerinden dolayı, sermayenin serbestleştirilmesi sorunu vardır. Türkiye’de yerleşik firma sahipleri kolaylıkla yurt dışına sermaye kaçırabilmektedirler. Bu Çin’de yasaktır. Cezası çok ağırdır. Bu durum karşılaştırıldığında sermaye transferi serbestliği içinde bulunan Türkiye’de ahlaki sorunlar ülke ekonomisinin dinamiklerini bozabilmektedir.
Bu gibi konulardan dolayı Çin örneği Türkiye’ye iyi bir örnek oluşturmamaktadır. Zaten Türkiye’deki liberal iktisatçılar, “eğer Türkiye’de serbest piyasa ekonomisi kurum ve kuralları ile tam uygulanırsa, yabancı yatırımcı gelmemesi için bir neden yoktur” demektedir.
Bu ayrı bir tartışma olmasına rağmen DYY gelmesi için hukuksal normların harfiyen uygulanmasını salık vermektedirler. İçinde bulunduğumuz zamanlarda, gelişmekte olan ülkeler DYY çekebilmek için birbirleriyle yarışmaktadırlar. Hatta Türkiye’deki Merkez Bankası rezervleri hesaplandığın da, döviz girdisinin Türkiye için önemi ayrı bir sorundur.
Çin ve Türkiye örneklerini kalkınma sorunsalı çerçevesinde ele aldım. Türkiye için bir kalkınma modeli uygulanacaksa, bu ülkenin ekonomik şartlarına göre planlanmalıdır. Çin örneği Türkiye’ye uymaz.
[i] Bu yazıda “gelişme” ve “kalkınma” terimleri birbirlerinin yerine kullanılmıştır.